19 Şubat 2014 Çarşamba

Nbr?
Bugün onunla ilk buluşmamızın yıl dönümü olmasa kesinlikle sinir krizi geçirerek ayrılırdım ofisten. Senden nbr soruna cevap vermiş olayım bu sebeple.
25 yaşındayım ve bildiğin üzere şu yaşıma göre bayaaa da çok işte çalıştım ama ilk defa çalıştığım bi yerin benim için bir "sınav" olduğunu düşünmeye başladım.
Hayatta kendim hariç hiçbir konuda üşengeçlik yaptığım, ertelediğim görülmemiştir ki iş konusunda gayet titiz çalışır, yapmak için yapmaz işi layıkıyla tamamlayan bir insan olmaya çalışırım. Başkası yüzünden kendi işim yavaşladığında ya da yapılamadığında diğerleri gibi "amaaan canıma minnet" demez olabildiğince çirkinleşirim. Çünkü iş, emek verdiğin şey, üstüne bir de para aldığın olay benim için önemlidir.
Ama gerçekten artık bıktığımı hissetmeye başladım.
Başka yere gitsem de aynı şeyleri yaşayacağımdır muhtemelen ama sürekli iş tanımımdaki değişmelerden, bölünmelerden, sırf benden önce orada çalışmaya başladı diye kendinde büyüklük taslama hakkı gören insanların tavırlarından, senelerdir bu sektörde olmasına rağmen hala daha iki kelimeyi bi araya getirip müşterisine doğru düzgün anlatmayı beceremediği için yardım medet uman salak iş arkadaşlarımdan, toplantıda bana yöneltilen bir soruya dürüstlükle cevap verdiğim için bana kızan kırılan üstümden, yeni verilen görevin kesinlikle benim yapmak istemeyeceğimi bildiği halde gene de bana yığan yine aynı üstümden(!), hayır demeyi öğrenemememden, sistemde yüklü evrağı bilgisayarına indirip müşterisine yollamayı beceremeyen ya da pdf formatındaki bir evrağı jpeg yapamayan hayatı yalnızca Facebook olan arkadaşlarımızdan gerçekten bıktığımı hissediyorum.
Ama en çok kendime kızıyorum.
Tamamlamadığım onca şeye, başka bi yerde çağırırsam gidemem herhalde korkuma kızıyorum.
Üzerimde çok emekleri var diyip gene de insanlara kıyamama huyuma kızıyorum.
Çok hata yaptım öğrenirken kızdılar ama gene de sarıp sarmaladılar beni böyle insanlar yarı yolda bırakılmaz diyen iç sesime kızıyorum.
Aldığım maaşın gerçekten 3 kuruş olmasına kızıyorum.
Sabret diyorum sürekli kendime. Sabret. Ama ben artık gerçekten neye neden sabrettiğimi bilmiyorum.

9 Şubat 2014 Pazar

İzledim, yazdım vol.3 (tiyatro): Gerçek Hayattan Alınmıştır

Vakitsizlikle üşengeçlik arasında gidip gelen insan olmak zor.
Söz konusu kendim olunca hele daha da bir fazla oluyor bu. Ama bitanecik Vişne  keşke daha çok yazsan diyince gene koştum geldim sana.
Çok aksatıyorum, ekim ayında izlediğim oyunu daha ancak şimdi yazıyorum ama inan bu oyun bu sezon gittiğim beni en en en çok etkileyen oyun. En hayran kaldığım, sonunda salya sümük ağladığım.

görsel: kumbaraci50.com
Uzun bir süreden sonra bir araya gelen anne (Tomris İncer)  ve oğlu (Yiğit Sertdemir).
Geçmişin silemediği yaralar, sıkıntılar, hesaplaşmalar derken aslında anne-baba olmanın ne kadar da zor olduğunu anlatan bir yandan da ebeveynlerin farkına varmadan çocuklarında nasıl derin yaralar açtığını gösteren çok gerçek bir oyun.
Cidden çok gerçek.
Bu oyuna gittiğimden beri kendi içimdeki çıta çok yükseldi.
Yiğit Sertdemir'in daha önce Devlet Tiyatrolarında sahnelenen Surname 2010 oyununa da gitmiştim ama bu oyundan sonra kendisi takibe aldım ve hedefim tüm oyunlarına gitmek. Geç kaldığım, geç keşfettiğim için ne kadar hayıflandığımı tahmin edebilirsin bence.
Mekandaki sahne itibariyle oyunun ve oyuncuların içinde bulunca kendimi sanırım ister istemez fazlasıyla etkilendim.
Biliyorsun izlediğim, okuduğum şeyleri çok güzel anlatmaya beceremem spoiler verme korkusundan ötürü.
Sed bana bi oyun öner dersen kesinlikle git izle derim.

http://kumbaraci50.com/



ps. Bir sonraki yazacağım oyun Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Hıdırellez olacak, haberin olsun. Öptüm.