12 Kasım 2012 Pazartesi

weba gururla sunar : 3 oyun birden!

Bir önceki yazımda gaza gelip "sen bunu okurken yeni yazı gelebilir." dedim ama gördüğün gibi gelmedi. Neden? Çünkü ben üşengeç bir insan oldum çıktım şu blogta. Grace olmasa, o dürtüklemese yazı yazmak aklıma gelmicek sanırım.
Neyse.
Lafı daha fazla uzatmadan size geçtiğimiz ekim ayında gittiğim 3 tiyatro oyunundan bahsetmek istiyorum. Spoiler vermemek adına (zor olucak ama deneyeceğim. :)  ) sadece İBB Şehir Tiyatroları'nın sitesinden alıntı yapacağım. O yüzden sonrasında vay efendim yazın çok basit olmuş şu bu demeyin.

Vişne Bahçesi için İBB Şehir Tiyatroları'nda şöyle yazıyor,


Aristokrat bir ailenin son fertleri tüm servetlerini tüketmişlerdir. Ellerinde kalan son şey olan vişne bahçesiyle çevrili çiftlikleri ise borçlarından ötürü satılmak üzeredir. Üretmeye ve çalışmaya alışık olmayan bu insanlar; kapılarını sıkıca kapadıkları evlerinde, servetlerinin son kırıntılarını tüketirken, dışarıda yaşanan büyük değişim, sadece o ünlü vişne bahçelerini değil, eskiden olduğu gibi sürdürebileceklerini sandıkları yaşamlarını da tehdit etmektedir. Çehov, "değişim" denilen süreci sorgularken, 19. yüzyıl sonu Rus aristokrasisinin çözülüşüne ve çöküşüne tanıklığa çağırıyor.
Bir çoğunuz eminim benim gibi Anton Çehov'un hikayelerini lisedeyken ya zorunluluktan ya da kendi isteğiyle okumuştur. Ben açıkcası zorunluluktan okuduğum halde pek sevmiştim. Yıllar sonra hikayenin oyununa gitmek ise ayrı güzeldi. Engin Alkan'ı oyuncu olarak çok sever ve beğenirim. İlk defa yönettiği bir oyunu izledim. Işıklar, sahne, dekor, oyuncular çok güzeldi. Ama sanki biraz fazla mı uzundu? Özellikle son sahneler. Seneler önce gittiğin, bıraktığın yerlerden artık tamamen ayrılmak zordur, anlayabiliyorum ama sanki o kısımlar fazla uzatılmış, izleyiciye zoraki bir duygu yaşatılması çalışılmış gibi. Belki de oyun bu yeni kadrosuyla ilk kez bu sezon çıktığı içindir. Zamanla oturacağına eminim. Rus Edebiyatına ilginiz olsun ya da olmasın kesinlikle izleyin.


Surname 2010 için ise yazılan şu şekilde,


Kocasının ölümünün ardından açtığı sahafında, özel bir nedenle geceyi bekleyen Sühendan Hanım, kocasına ait hiç görmediği notlarla karşılaşır. Bu notlar, kocasının kendisi için düşündüğü "sözde şenliğe" dair fikirleri içermektedir. Yazılanları şaşkınlıkla okumaya başlayan Sühendan Hanım; kendisini bir düşün içinde, geçmiş ile bugünün İstanbul'u arasında gerçekleşen bir şenliğin tam ortasında bulur.
Kukla sever misiniz? Umarım benim gibi sevip sevmediğini bir türlü kestiremeyenlerden değilsinizdir. Sen çocukluğun boyunca Susam Sokağı'yla, The Muppet Show'la falan büyü (hatta hala daha izle.) ama gittiğin tiyatro oyununda koca koca kuklalar çıksın bir tedirgin ol. Yoo Sed yoo olmaz. Ama oldu valla. Bilmiyorum belki beni rahatsız eden kuklaların suratlarıdır. Prodüksiyon çok iyi çalışmış, gerçek bir emek var belli. Surname'nin ne demek olduğunu biliyorsanız zaten olayın azıcık da olsa Osmanlı'yla ilgisi olduğunu anlarsınız. Güzel. Ama sonralara doğru kendini tekrar edip biraz sıksa da eğlendim. Özellikle "İstanbulbazlar"ın oynadığı kısımlar güzel tespitlerle ve bol kahkahalarla doluydu. İstanbulbaz ne derseniz, gidin hemen izleyin derim.


Ve geldik son oyunumuz Oyun'a -Oyun'n afişini bulamadım bu arada.-


Beckett'in sahne ve radyo için yazdığı oyunlardan derlenen "Oyun", özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra meydana gelen değişimler, yeni toplumsal yapılanmalar sonucunda, bireyin duyduğu yalnızlık ve çaresizliği yansıtıyor. Oyun, günümüz insanın değişmeyen ve günden güne çoğalan çelişkilerini, yaşamın artan yükünü kaldıramayışlarını yalın ve çarpıcı bir üslupla sahneye taşıyor.
Öncelikle özür dileyerek başlayacağım, sevmedim ben bu oyunu. Evet anlattığım diğer 2 oyundan da daha fazla emek var. Yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki gibi 3x5'lik bir kutunun içinde sahneye çıkıyor oyuncular. Kadın erkek ilişkilerine dair bir hikaye. Hatta spoiler vereyim bu sefer, 2 kadın 1 adam. Bütün cümleler öncelikle karışık bir şekilde rastgele oyuncular tarafında söyleniyor, tekrar tekrar tekrar tekrar... 2. kez söylediklerinde olayı anlıyorsunuz zaten. 3-4-5 kez aynı şeyler devam ediyor. Sonrasında da son bir kez en baştan olayı anlatıyorlar. Modern tiyatroya örnek gösterilen bir oyun. Doğrudur. Ben yalnızca izleyiciyim ve izleyici olarak size söyleyebileceğim, eğer 55dk tek perdelik bu oyuna dayanırım diyorsanız gidin. Üzgünüm ben ben çıktığımda başımda kocaman bir ağrı vardı.


Ekim ayında gittiğim oyunlar bu şekilde. Bu ay sonunda 1 oyuna gideceğim. O da süpriz olsun. Onu da yazarım. Bu gidişle bir sonraki yazı da bu ay içerisinde gittiğim filmler olacak.
Öpcükler efenim bir sonraki yazıda görüşürüz!